Marbling Art Logo
MENU
  • HOME
  • UPCOMING CLASSES
  • FAIRE MARKETPLACE WHOLESALE
  • TURKIYE'DEN UZAKTA
  • GALLERY
  • ART BLOG
  • ABOUT
    • THE ARTIST
    • EBRU
  • CONTACT
ETSY

WELCOME TO WESTERN AUSTRALIA!

Saturday, March 15, 2025 | By: Do Ebru Marbling

Share
 
 

Date: August 14th, 2012

Pazartesi akşam uçağımıza bindik. Valizlerimiz 150 kg. tuttu, Kemal'in sazını ve çocukların küçük valizlerini filan kabin bagajı olarak yanımıza aldık. Emirates hostesleri çok kibardı, yardımseverdi. Uçakta her koltuğun arkasında interaktif bir ekran vardı. Yüzlerce muhteşem film, oyunlar, belgeseller filan... Çocuklara ayrıca birer oyuncaklı battaniye, sırt çantası, beslenme çantası, magnetic sketcher, boyama kalemleri ve dergi verdiler. Her şeye rağmen bir Defne uçakta yorgunluktan payımı düşeni bana verdi. Yaklaşık 25 bin kez "anne anne anne anne" dediği için belki fiziksel olarak kıtalar aştımı ama kafa olarak bir an oradan uzaklaşıp rahat edemedim. Çok da haksızlık etmemeyim kızıma. Sanırım Jet-Lag'in etkisindeki zavallı Defne az önce uyumadan önce beni 2 buçuk saat uğraştırdığı için uçakta yaşadıklarım hakkında biraz fazladan tepkiliyim. Neyse bu anlattıklarım ilk 5 saatlik uçuşumuzda oldu. Sonraki 10 saatlik uçuşun 6-7 saati hepimiz uyuduk. Uçuşta çocuklara ayrı yemek menüleri geldi, tam sevecekleri, kolay yenen yemeklerden. En güzel tarafı da çocukların yemeklerini bizlerden yaklaşık yarım saat önce getirmeleriydi. Böylece onlara önceden yedirip kendi yemeklerimizi de sıcak sıcak rahat rahat yiyebildik. Uçuşa yönelik tek eleştirim çöpleri çok geç toplamaları olabilir. Belki de biz çok çöp ürettik, bilemiyorum:) Sanırım 300 kişilik bir uçak olduğu için Defne'nin deyimiyle HESTOS'lar her şeye yetişemiyorlardı. Mesela bir bölme vardı ve su içmek isteyen kendi başına gidip alabiliyordu, hem de biraz yürümüş oluyordu, iyi fikir!

Uçuş boyunca kendimi sorguladım: memleketimi özler miyim, ben ne yapıyorum, acaba iyi mi ettik falan filan. Bütün bu sorulara karşı gayet rahattım, çok huzurluydum, içim rahattı, korkudan çok sabırsızlık ve heyecan vardı ve bir an önce inip "kutuma gitmeyi" istiyordum. Ne çıkarsa bahtıma:)

İnişe yakın bize bir kart dağıttılar. Avustralya gümrüğü ile ilgili bir video izledik.  Gümrük ülkeye giren para ve yiyecek maddeleri vs. hakkında çok hassas. Adanın ekosisteminin korunması açısından ülkeye giren her türlü yiyeceğin (hostes bize şöyle açıkladı: anything that you put in your mouth to eat:)) hayvansal ürünün,ilacın, tohumun, tahta, saman,toprak vs.'den yapılmış eşyanın mutlaka deklare edilmesi gerekiyor. Hatta sulak alanda gezmişsen ve ayakkabının altında çamur olma ihtimali varsa onu bile bildirmen gerekiyor. Aksi takdirde ,  her item başına 220 dolar cezası var. Biz de korkumuzdan herşeyi deklare ettik: Uçakta çocuklara onlarca paket abur-cubur (çikolata, cips, bisküvi, kraker) vermişlerdi onları, Kemal'in kullandığı ilaçları, vitaminleri, tahtadan yapılmış sazımızı, üzerimizde taşıdığımız parayı, baklavayı, ayakkabılarımızı, vs. Gümrük polisine yaklaşırken sırada işte yolculuğun en zorlu kısmını şimdi yaşayacağız, 150 kilo bagaji aç derse ne yapacağiz diye düşünüyordum. Polise gülümseyerek koca bir aile bir sürü eşya dedim. Sizi sağ tarafa alalım dedi. Gittik, büyük eşyaların geçmesi için geniş x-ray cihazları vardı. Kulağı küpeli genç bir polis memuruna doldurduğumuz formu gönderip yanımızda taşıdığımız şeylerden bahsettik. Ne dediysek "That's OK" dedi. Buyrun deyip bize üzerinde EXIT yazan kapıyı gösterdi. Eşyalarımızı trolley'den indirip x-ray'den bile geçirmedi. Ben herhalde şu kapının arkasında kontrol edecekler filan deyip oranın çıkış olduğuna inanamayarak ilerledim. Otomatik kapı açıldı ve.... Yolcu karşılama salonundaydık, gümrükten geçmiştik. Hiç bir problem çıkmadı. Dürüstçe bildirim yapıldığında hiç bir şeyden şüphelenmiyorlar ve hiç zorluk çıkartmıyorlar. Birinci kuralı öğrenmiştik.

İnen yolcuları bekleyen kalabalığın arasından iki nur yüzlü insan göründü:) Allah'ın seçip bizim için buraya önceden gönderdiği, iki gerçek dost. Banu ve Özgür. Banu 6 aylık hamile, eşi Özgür ile iki araba bizi karşılamaya gelmişler. Tanışıp -evet ilk defa yüzyüze görüştük-, selamlaşıp eşyaları arabaya yükledik. Hava kararmıştı. Önce evini bize kiraya veren bayanın evine gidip anahtarları almalıydık, Perth'ün Lakelands bölgesine gittik. Banu ile yol boyu sohbet ederken bir yandan mızıldayan kızlara cevap yetiştiriyor (çok yorulmuşlardı) bir yandan da etraf hakkında bir fikir edinmeye çalışıyordum. Yollar pırıl pırıl, asfalt pürüzsüz, aydınlatma çok başarılı, ağaçlar yetişmiş , sürücüler saygılı evlerin yüzde doksanı ise 1 veya iki katlıydı. Banu şehirdeki yüksek binaları görebileceğim tek yer olan şehir merkezini işaret ettiğinde ise baktığım resimlerden aşina olduğum ışıl ışıl inanılmaz güzellikte bir manzara gördüm.

Bir yandan geziyor bir yandan da İstanbul'u düşünüyordum. Oraya ilk gelen birisi Etiler'i, Boğaz'ı gezdikten sonra arkasından köhne, yıkılan, dökülen yerleri görünce nasıl hayal kırıklığına uğrarsa ben de öyle yerleri görmekten ve üzülmekten korkuyordum. Banu'ya dayanamayıp sordum ve cevabımı aldım: Burada her yer böyle!

Biraz sonra son derece şık, harika evleri olan bir sokağa girdik. Banu, iki katlı,beyaz bir evin önüne park edip, ev sahibinizin evine geldik dedi. Camdan koltuğuna yaslanmış, kitabını okuyan kırmızı kazaklı orta yaşlı sarı kısa saçlı bir bayan gördüm. Ev sahibi bizi içeri aldı, volkanik taşlarla yanan şöminesinin karşısına kurulduk. Ev ile ilgili meseleleri görüştük, para, anahtar alış verişi yaptık. Kadın bazı belgeleri getirdi, imzaladık filan, sohbet ettik. Derken, "Ben üniversitede profesörüm, eşim de senin gibi öğretmen. Burada öğretmenlik yapmak için falanca yere kayıtlı olmalısın, şu belgeleri istiyorlar, dilediğin zaman bizi ara, sana yardımcı olmayı isteriz, dedi. İlk tanıştığım Avustralya'lının bu sıcak ilgisi beni çok memnun etti. Oradan ayrıldıktan sonra Özgür'ler bizi yemek için şehir merkezine götürdüler. Akşam 8-9 ve kış olmasına rağmen sokaklar cıvıl cıvıl, açık olan cafeler restoranlar doluydu. İnsanların yüzünde bir enerji, yaşama sevinci, neşe gözleniyordu (that sent. sounded a bitt odd to me) Biz de biraz sıra bekledikten sonra bir yere oturduk, Kanguru etinden koca bir hamburger yedik:) Açıkçası dana etinden hiç farklı gelmedi. Belki de bende tadı ayırt edecek hal kalmamıştı. Zencefil birası (alkolsüz) içtik. Kızlar yorulmuştu ve fazla vakit kaybetmeden 60 km. ötedeki yerleşeceğimiz yer olan Mandurah'a doğru yola çıktık.

Şu anda saat burada gece 1 oldu. Şimdi uyumam lazım. Başlık aldatıcı oldu, kusura bakmayın, ilk günü anlatmayı daha başaramadım ama merak etmeyin yazacağım. Hepinize kucak dolusu sevgiler, öpücükler.

NOT: Henüz Kemal ve bende Jet-Lag'e ilişkin hiç bir belirti yok. Uyku saati geldiğinde uyuyor, kalkma zamanı geldiğinde efendi gibi kalkıyoruz. Bizde no problem, kızları bilemem, var sanki bir şeyler:)

 
 
 
 

Leave a comment

Leave this field empty
This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.
Submit

0 Comments

 
 
 
 
Previous Post Next Post
 
 
 
 

Archive

Go
 
 
 
 

Hello! Let's create something great together! - vesileyilmaz1@gmail.com (262) 327 6206
 
 
Crafted by PhotoBiz
Marbling Art Logo
CLOSE
  • HOME
  • UPCOMING CLASSES
  • FAIRE MARKETPLACE WHOLESALE
  • TURKIYE'DEN UZAKTA
  • GALLERY
  • ART BLOG
  • ABOUT
    • THE ARTIST
    • EBRU
  • CONTACT
ETSY