Şu anda dönüş yolunda, uçakta yazıyorum bu satırları. Toplam 160 kiloyu doldurduk; bagajları Urfa’dan Perth’e kadar direkt check-in yaptırdık. İstanbul’da bagaj almadık bile—umarım kayıp ya da eksik çıkmaz.
Türkiye’de yeniden hatırladığım bir gerçek var:
Türkiye demek, biraz gerginlik demek.
Geri donus icin havaalanına gittik; arabalar kapının önüne düzensizce park etmiş, herkes birbirine korna çalıyor. Yüklediğimiz trolley arabasının tekerleri her bir yana gidiyor, kontrol etmek zor. Sıraya giriyoruz, insanlar göz göre göre önümüze geçiyor.
Güvenlikten geçerken polisler ebru esyalarini koydugum kolilere takıldı; “Açalım, sıvı görünüyor, ne olduğunu anlamadık” diyorlar. “Bunlar özel paketli, yurt dışına gidecek. Açarsanız geri paketleyecek malzemeniz var mı?” dedik; “Yok,” dediler. Yani açıp öyle bırakacaklar! Neyse ki uzun uzun dil döküp rica edince “Hadi geçin” dediler.
İpek’le Defne’ye bakıp “Bu kızların hatırına…” demeleri de işin ayrı tarafı.
Atatürk Havalimanı’na gelince bu kez aksi bir pasaport polisine takıldık; “Yurt dışı çıkış harcı ödememişsiniz.”
“Bizim kalıcı oturumumuz var, elektronik vize, pasaportta yazmaz,” diye anlatıyoruz.
Bizi şefe yönlendirdi; o daha da sert çıktı. Kemal’e “Vevo belgesi ya da Visa Grant Notice print edelim,” dedim. Büfeden internete girip belgeleri aldık.
Sonra diğer koridordaki polis memuruna gittik; hiçbir şey sormadan, belgelere bile bakmadan damgayı bastı!
Böyle şeyler insanın içini acıtıyor. Yani herkes her seyi kafasina gore yapiyor gibi. Avustralya’daki güveni, adaleti, düzeni özledim. Orada kimse mağdur edilmez, kimseye bağırılmaz, herkesin hakkı korunur.
Türkiye’de Gözlemlediğim Bir Başka Şey: Güvensizlik
Bu sefer çok daha belirgin bir şey fark ettim:
İnsanlarda sürekli “her an korkunç bir şey olabilir” beklentisi var.
Canlı bomba endişesi, deprem korkusu, hırsızlık, kaza, gıda zehirlenmesi…
Haberler zaten sürekli felaket yayıyor.
Bu da insanları paranoyak ve tedirgin hale getiriyor.
Ama tüm bunlara rağmen belki de hayatımın en huzurlu tatillerinden birini yaşadım. Çünkü Tülmen vardı…
20 güne bir kına gecesi, bir düğün, bayramlaşmalar, Urfalıların “boş gece” dediği sazlı-sözlü eğlencelerden iki tane ve çocukların yıldızların altında yere serilmiş döşeklerin üstünde cips ve dondurma yiyerek yuvarlandıkları yaklaşık beş tane pijama partisi sığdırmayı başardık.
Tabii ki vazgeçilmezimiz traktörle dağ gezisi de geleneksel yerini aldı.
Urfaya 30–35 km uzaklıkta, sıcaklığın her zaman Urfa'dan 10 derece daha düşük olduğu, yeşili bol, suyu ve havası tertemiz cennet köyümüz Tülmen, bize muhteşem bir tatil sundu.
Her gece cırcır böceklerinin ninnisiyle uykuya daldık.
Yıldızların altında ruhumu dinlendirdim.
Sabahları rüzgarın yüzümü okşadığı, horozların öttüğü tertemiz günlere uyandım.
Kümesten topladığım yumurtalarla menemen yaptım.
Kokulu çayı yufka ekmeğine sardığım örgü peynir eşliğinde yudumladım.
20 gün boyunca bir kere bile saate bakmadım!
Canım ne zaman isterse uyudum, yedim, dinlendim.
İnternet yok, Facebook yok.
En güzeli? Bir yıllık kahkaha depoladım.
Geniş ailemizin aynı geçmişten gelen ortak dili, aramızdaki bağları öyle sağlam tutuyor ki; kim darılır, kim alınır diye düşünmeden içimizden geldiği gibi güldük, konuştuk, eğlendik.
Sayılı gün çabucak bitti. Tülmen’den ayrılmak, şu anda anne karninin sıcaklığından çıkıp acımasız dünyaya doğmak gibi…
Şimdiden tatil dönüşü travması yaşıyorum.
Önümüzde yoğun bir dönem var:
Okulun ilk 2 haftası tüm branşların planları istenecek.
Veli toplantıları yapılacak.
Perşembe İpek’in 10 hafta sürecek aktivitesi başlıyor.
3 Ağustos’ta Sydney’e gidiyoruz.
Ağustos içinde iki hafta sonum tam gün Montessori matematik workshoplarıyla dolu.
23 Ağustos’ta Fremantle Arts Centre’da Ebru kursu veriyorum.
"Oh be, yazınca rahatladım!"
Demek ki beynimde o kadar büyütmüşüm ki altından kalkamayacakmışım gibi geliyordu.
Şimdi sanki hepsini bitirmişim gibi daha iyi hissediyorum.
Bahçeye bir tavuk kümesi yapmak.
Komşulardan ve council’den izin almak gerekiyor ama taze yumurta için kesinlikle değer.
Hem çöpe giden yemekler de kullanilmis olur.
Tülmen’deki bağlardan Antep fıstığı ithal etmek.
Tadına doyulmaz!
İzinler, gıda kontrolleri, prosedürler… uzun vadeli bir proje ama aklıma yattı.
Avustralya sıcağına dayanıklı özel bitkiler götürüp Tülmen’de yetiştirmek.
İklimler benzer, belki tutar… Hem köy evimize güzel bir hediye olur.
Leave a comment
0 Comments