2016
Bizim aileyi bu hafta grip vurdu; çocuklar ve ben hastayız. Kemal, iş yerinde aşı olduğu için sapasağlam. Zaten pazartesi WA Günü sebebiyle yarım gündü. Salı günü okuldan öğlen çıktım, çarşamba çalıştım, bugün hastayım diye gitmedim; yarın da karne yazacağımız için bir gün izin alma hakkım vardı, onu kullanıyorum. Böyle böyle hafta bana çok uzun geldi—meğer ben dinlenmeye alışmamışım.
Neyse, karneleri bitirdim sayılır; sadece bir öğrencim kaldı. Okulun saçma uygulamalarından biri de okul öncesi çocuğa sekiz sayfalık detaylı bir karne vermemiz… Böyle olunca saatlerce uğraşıyoruz tabii.
Temmuz’da Türkiye’ye gelme fikrinden vazgeçtik. Ağustos’ta vatandaşlığa başvuracağımız için, başvuru öncesi son üç ay ülkeden çıkmamış olmamız gerekiyor. Eylül sonunda annemle babam gelecek, aralıkta okul tatil olunca da umarım biz gideriz.
Havalar soğumaya başladı; evi ısıtmanın zamanı geldi. Evde her türlü ısıtma cihazı var, çok komik: tavandan hem sıcak hem soğuk üfleyen ducted air conditioner, doğal gazlı katalitik soba, bir de nostalji yapmak istersen kuzine tipi soba. Geçen haftalarda sobayı yaktık, üstünde kestane kızarttık. Kestaneler kötü çıktı ama ben ilkel benliğime dönüp sobanın karşısında gözümü kızıl közlere dikip dakikalarca alevleri izledim. Aşırı huzurluydu.
Diploma programında bir üniteyi zamanında bitiremeyeceğimi fark edip öğretmenden uzatma istedim. Temmuz sonuna kadar süre verdi. Defne’nin doğum gününü kutladık geçen hafta; Bounce denen trambolin merkezinde. Şimdi İpek’in sırası geliyor. O da Roald Dahl’ın Big Friendly Giant filmini sinemada arkadaşlarıyla izleyip parti paketiyle kutlamak istiyor. Bakalım artık…
Allah’a şükür bugünlerde hayatımdan çok memnunum. Sanırım nedenini biliyorum: Mutfakta yemek hazırlarken, çamaşır katlarken, okula giderken hep sesli kitap dinliyorum. Böyle olunca beynim gereksiz düşüncelerle meşgul olmuyor. Benim kötü bir huyum var; yaşadığım bir olayı tekrar tekrar düşünürüm ve zihinsel olarak yorulurum. Şişli’deki Brahma Kumaris meditasyon merkezine giderken fark ettiğim bir şeydi bu: Düşüncelerime söz geçiremiyorum, iradem zayıf olunca beynim saçma sapan şeyler üretip duruyor.
Ama artık State Library of WA sayesinde, telefondaki uygulamadan ödünç aldığım sesli kitaplar bana ilaç gibi geliyor. İş yaparken kitap dinliyorum; böylece hem okuma zevkime zaman ayırmış oluyorum hem de beynim susuyor. Son iki haftada toplam 26 saatlik iki kitap bitirdim! O kadar iş güç arasında boşa giden zamanı harika kitaplarla doldurmak çok iyi geldi.
Üniversitede bir satıcının dolduruşuna gelip aldığım klasikler yüzünden İngilizce kitap okuma hevesim başlamadan bitmişti. Meğer İngilizce kitapların hepsi o kadar ağır değilmiş. Dili kolay, akıcı ve her kelimesini anladığım kitaplar da varmış dünyada.
Suriyeli arkadaşlarla dostluğumuz da ilerliyor. Artık kapısını çalıp “iki patatesin var mı?” diyebileceğimiz bir komşumuzun olması çok güzel. Onlar da bizim için öyle hissediyorlar.
Geçmişe bakınca hayatımın farklı dönemlerinde karşıma çıkan güzel dostlukları düşünüyorum hep. Eskiden biriyle tanışır tanışmaz üzülmeye başlardım; “Bir gün ayrılmak zorunda kalırsak çok büyük boşluk olur.” diye. Şimdi olaylara başka gözle bakıyorum: Sevmekten korkmuyorum, kimseyi sahiplenmiyorum, her birine hayatımdaki rolü için minnet duyuyorum. Kopuşları savaşmadan, direnmeden, olgunlukla kabul ediyorum. Herhalde yaş almanın getirdiği bir bilgelik bu—arkadaşlığı kibirle değil, şefkatle görmeyi öğrenmek.
Kemal bu aralar mutfakta kendini aştı. Geçen hafta gerçek su böreğini geleneksel yöntemlerle yaptı; şimdi de makaron yapıyor. Ben de fırsattan istifade iki satır yazdım.
Hepinize uzaklardan kucak dolusu sevgiler…
Leave a comment
0 Comments