Geçen gün kızlarımızın eski videolarını izledik. Ne kadar küçüklermiş buraya ilk geldiğimizde… O anları izlerken, insanın kalbi hem gülümser hem sızlar. Belki de bizi bu topraklara getiren şey de buydu: onların minicik elleri, peltek konuşmaları, saf ve karşılıksız sevgileri. Zaman geçtikçe insan, “su akar, yatağını bulur” misali hayatın akışına teslim olmayı öğreniyor; ama o ilk yıllardaki sıcak sarılmaların yerini hiçbir şey tutmuyor. Çocuklarının gülüşünde bir evren barındırdığını fark eden anne-baba, doğanın kalbine dokunmuş gibi hissediyor.
Facebook’ta sıkça karşıma çıkan bir dilek vardır: “Bana ummadığım sevinçler yaşat.” Son günlerde sanki o dilek kulağıma fısıldanıyor. Ufak tefek ama güzel şeyler oluyor — insanın içini ısıtan, sessizce “şükür” dedirten türden.
Okulda da işler yavaş yavaş yoluna giriyor. Veliler, öğretmenler, çocuklar… hepimiz birbirimizin ritmine alışıyoruz. İngilizce konuşurken ne söyleyeceğimi fazla düşünmeye başladığımda kelimeler birden boğazıma düğümleniyor. Başkaları için sıradan olan o küçük anlar — lafa girmek, vedalaşmak, ayaküstü hâl hatır sormak — bizim gibiler için bazen görünmez bir dağa dönüşüyor. Aşmak zor ama alışmak mümkün. Ben de öyle bir öğretmenim işte; Peppa Pig’deki öğretmen Madame Gazelle gibi, aksanli bir ogretmenim bu diyarda.
Şu anda Defne piyano dersinde, ben de fırsattan istifade yazıyorum. Dışarıda rüzgâr ağaçların arasından geçerken içimde bir huzur var. Burayı seviyorum. Hayat, belki de sandigim kadar yorucu değil aslında. Temiz parklar, düzenli bahçeler, küçük dükkânlar, havuz, piyano dersleri, kütüphane… hepsi yanı başımda. Yalnız tek bir şey eksik bugün: doğum günü olan ablanın hemen yanında olamamak. Sesini duysam da, sarılamamak içimde ince bir sızı bırakıyor.
Leave a comment
0 Comments