Insana Dair!
Tuesday, April 22, 2025 | By: Do Ebru Marbling
Evrenin büyüklüğü ile kıyaslandığında, yeryüzündeki en küçük toz zerresinin en küçük atomundan bile önemsiz varlığım, bu hayatta karşıma çıkan, yollarımızın kesiştiği insanlar sayesinde son derece anlamlı ve önemli oldu benim için.
Ailem beni dünyaya getirerek bu tiyatro sahnesinde bir rol kapmama yardımcı oldu. Genetik kodum, baba evinde geçen her günün getirdiği tecrübelerle şekillenip beni ben yaptı. Makamı dertli olan bir şarkı dinleyince gözlerimin dolması, dağınıklığım, yemeğe olan sevgim, kalabalıktan hoşlanmam, uyumadan önce dua okumam, kitap sevgim, konuşmaktan çok dinlemeyi sevişim hep aileden. Aile dediysem öyle çekirdek aileden bahsetmiyorum. Tülmen’den, Urfa’dan bahsediyorum. İçindeki tüm güzel ve çok özel insanlarla Tülmen bizim zamanımızda bir çocuğun yetişeceği en ideal ortamdı. Her şahsiyet değerli bir kitaptı. Nenem köpeklere tereyağlı bazlama yapar, dayım Ezop Masallarını aratmayacak içerikte “meseleler” anlatır, teyzelerim tarifsiz iyilikler yapardı bizlere. Geniş ailemden her insan, hiç bilmeden, farkına bile varmadan kalplerindeki sevgiyi, bilgiyi ve hayatı damarlarımıza akıtıp bizi “Rastgeldi” denilen gayet renkli bir sülalenin kelebeğe dönüşecek kozasında yıllarca besledi.
Benim açımdan, 35 yılın en kritik yılları, su deposunu boyadıktan sonra kibrit yakıp “nasıl olmuş?” diye bakan amcanın cehaleti ile yarışır bir farkındasızlık ile göz açıp kapayıncaya kadar su gibi akıp gitti. Gözümü açtığımda Tülmen günleri bitmiş, büyük şehre gitmiş ve her bir teli küle dönmüş saçım ve elimde kara kuru bir kibrit çöpü ile kalakalmıştım.
Arkasından üniversite yılları başladı. Aileden uzak, yüreğinin aynı yeri eksik insanlar bir araya gelerek birbirimize yama olduk. Stres kaynağı vize ve finallere rağmen bahar şenliklerine olan tutkum, ranza aşkım ve dost sohbetlerine olan düşkünlüğüm orada başladı. Her yıl o çirkin demir dolaplara daha da bağlandık. Uçmayı yeni öğrenen bir kuş gibi kimi zaman korkak, kimi zaman gözü kara, düşe kalka ama hep en karakterli yaralar alarak bitirdik üniversiteyi. Şimdi, sınıf arkadaşlarımın her biri ayrı bir okulda ama her biri en doğru bildiği şeyi öğretmek için canla başla çalışıyor. Hepsinin yüreklerine sağlık.
Yolda yürürken edindiğim sıyrıklar ile büyüdüğümü düşünüp davul zurna ile evlendim. Aşkın ayakları yerden kesen rüzgarında uzunca bir süre havada kaldım. Mum ışığında saatlerce uğraşılarak hazırlanmış yemekler, kıyafetlerin cebinden çıkan sürpriz notlar, gün içinde (!!!) telefon konuşmaları, “olmaz aşkım, önce sen kapat”lar, iş yerine gelen sürpriz çiçekler, ilk motosiklet macerası, yılbaşına bir geceliğine Eskişehir’e gitmeler, midede kelebekler, “Allah’ım ne olur evliliğimize nazar değmesin!”ler… Kaç sene böyle havada kaldık bilmiyorum, şimdilerde de sanırım fiziksel olarak olmasa da zihinsel olarak aklımız beş karış havada! İşte bu dönemde buldum devasa İstanbul’un içinde sakladığı cevherleri. 11 yıl içinde öyle iyi arkadaşlarım oldu ki, hani konuşurken kalbinden dökülüp gelir ya sözlerin sonra da onların temiz kalplerine gider hiç kirlenmeden, işte tam da öyle. Anlatılana göre, Raja Yoga Meditasyonu’nda insan öyle bir seviyeye ulaşır ki, birisiyle yan yana geldiğinde sözlere ihtiyacı olmaz, sevgi ve samimiyet dolu ruhlar kendi dillerinde konuşmadan anlaşırlarmış. Hani çok az tanırsın birini ama çok seversin ya, veya çok uzun süre görmezsin ama yeniden bir araya geldiğinizde hiç zorlanmadan kaldığınız yerden devam edersiniz ya, veya paylaştığın zaman toplasan yarım günü geçmemiştir ama sanki onu yıllardır tanıyorsun gibi hissedersin ya. Hani en yavan sözü de söylese, sen onun ne demek istediğini ve seni ne kadar çok sevdiğini hissedersin ya… İşte böyle. Kimisi Kemal vasıtasıyla, kimisini çalıştığım okullardan, kimisini de tamamen alakasız bir biçimde edindiğim bu candan dostlarımla İstanbul’da çok güzel anılarım oldu. Okuyanlar, bunların onlar olduğunu zaten anlar :)
Derken hayatımın bir sonraki döneminde çocuk sesleri ve b.k kokusu duyulmaya başlandı. Yıllardır evli olduğun eşinin yeni yönlerini, fedakâr babalık, cefakâr annelik hünerlerini görmeye başlıyorsun. Bir evlat büyütmek, gülme krizine girmek gibi bir şey. Keyifle, neşeyle, hoş başlıyor ama bir süre sonra kontrolden çıkıyor! Durdurmaya çalışıyorsun ama durmuyor, molası yok! Hem güzel hem de kafa karışıklığı ve ızdırap dolu. Gülüyorsun ama bir yandan da hafiften gizli bir sızı hissediyorsun. Karın kasların ağrıyor, gözünden yaşlar akıyor, salyalar akan ağzını kapatamıyorsun. İlerleyen safhada altına kaçırıyorsun! Beyaz kıyafetler yerini renklilere bırakıyor, kuaför yerine oyun salonlarına gitmeye başlıyorsun, romanlar yerine çocuk gelişimi okuyorsun ama eminim bu dünyadaki bütün anne babalar somurtarak yaşamak yerine gülmekten altına yapmayı tercih eder. – Unutma, ortası yok, çocuk doğdu mu bir kere illa pisliğe bulaşacaksın! –
Çocuktan sonra ise geldik Avustralya’ya. Tabi ben bu güne kadar edindiğim dostlardan sevgiye, muhabbete doymuş, “yar üstüne yar sevmem” havalarındayım. Zaten eşim, çocuklarım var, biz bize yeteriz!
– Nah yeteriz! –
Kendimi “Lan, paketi 30 dolar olmasa sigaraya başlayacağım!” diye düşünürken yakaladığımda bunu anlamam zor olmadı. İnsan sosyal bir varlık, yalnızlık kadar birliktelik de güzel. Avustralya maceramızın başından şu ana kadar uzak veya yakın, bize dost, yoldaş olan tüm arkadaşlarımızı karşımıza çıkardığı için Allah’a şükürler ediyorum. İki çift lafı veya iki satır yazısı ile, attığı SMS ile, bıraktığı mesaj ile, bir bardak çayı ile, güler yüzü, tatlı dili ile, engin tecrübeleri ile, sazıyla, sözüyle, lahmacunu, çiğköftesi ile, ay ışığında dalga sesinde kalpten kalbe akan muhabbeti ile, zor günlerde sabırla dinleyen yüreği ile, küçük büyük sürprizleri ile güzel insanlar her yerde var, her zaman var. Bu yazıya sığan sığmayan herkes, sizi çok seviyorum.
Bugün doğum günüm. Kutlayan, kutlayamayan herkese teşekkürler. 35 yaşıma girdiğim bu günde eğer benden razı iseniz sizi tebrik ederim. Sevginiz beni güzelleştirdi. Ama biraz ufaktan gıcık filan oluyorsanız, onun da kusuru sizde; zira beni tanıştığım insanlar ve okuduğum kitaplar (!) şekillendirdi. Bilmem anlatabildim mi? Kısacası heybem dolu, herkese bu ömürdeki yoldaşlığı ve bana verdiği yapboz parçası için teşekkür ederim. Bir gün bu parçaları birleştirerek yapbozumu tamamlayacağım. Umarım sonunda “Bunu yazan Tosun, okuyana …” tadında bir şeyler çıkmaz. :)
“Her gün bir yerden göçmek ne iyi.
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti, cancağızım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”
Canım kocam, iyi ki varsın…
“A perfect marriage is just two imperfect people who refuse to give up on each other.”
I love us!!!
0 Comments