Ekim 2015 Perth
Yaz tatillerinin en heyecanlı anları, son dakika “Mersin’e gidiyoruz!” haberini aldığımız anlardı. Çocukluğum boyunca deniz tatillerini toplasanız beşi geçmez. Urfa’da geçen o uzun yazlarda, köy sezonu açıldığında deniz hayallerimizi dedemin evindeki "curun"dediğimiz küçük sulama havuzunda, dayımın evindeki süs havuzunda ya da en havalısı olan Hazar, Cendere veya Fırat nehirlerinde islanarak giderirdik.
12 yaşımın yazında bir gün aniden Mersin’deki Mercan Sitesi’ndeki amcamların yazlığına birkaç günlüğüne gitmeye karar verildi. Artık hafiften büyüdüğümüz için yanımızda yetişkin olmadan havuza gidebiliyorduk. Apartmanın önündeki havuzda yaşıtım olan bir kızla tanıştım. Hangi özel okula gittiğini şimdi hatırlamıyorum ama sosyetik olduğu her hâlinden belliydi. Ondan yeni bir kelime öğrendim: “Eğlenceli.”
Bu kelime kulağıma o kadar yabancı gelmişti ki, ilk duyduğumda anlamam, hafızamda bir yere yerleştirmem bile zaman aldı.
“Haydi suyun altında gözümüzü açalım, çok eğlenceli.”
“Haydi dalalım, bu çok eğlenceli.”
“Böyle atlamak çok eğlenceli.”
Derken bu kelimeyi ben de dilime doladım. Ama başkasının takım dişini takmak gibi, ağzıma hiç yakışmadı. Bir iki denedim ama ne ben ne de duyanlar pek haz aldı.
Aradan bunca yıl geçti; bu anı boyle birdenbire nereden aklıma geldi bilmiyorum. Acaba o yaşa kadar hiç “eğlenceli” bir şey yapmamış mıydım? Eğlenceyi biliyor muydum? Ya da yerine hangi kelimeyi kullanıyordum?
Köyde en eğlenceli şey, anneannemin verdiği bulgur ve salçayla obanın çocuklarıyla bağa gidip toz toprak içinde çiğköfte yapmak olurdu. Ya da bir üzüm tiyekinin altında evcilik oynamak…
Bir de Mahmut dayımızın kare avlusunda yalınayak, şaşırtmacalı kovalamaca…
Ama ilginçtir, bunları tarif ederken hiç “eğlenceli” dememiştim.
Çünkü bizim oralarda çocukların hayatlarının eğlenceli olmasından çok, ayak altında dolaşmamaları beklenirdi.
Şimdi Defne’yi School Discoya getirdim. Her dönem bir akşam DJ geliyor; çocuklar belirlenen bir temaya göre giyiniyor. 5:30–6:30 arası junior’lar, 6:30–7:30 arası senior’lar dans ediyor, limbo yapıyor, oyunlar oynuyor.
Bende “eğlence” o kadar lüks bir kavram ki hâlâ kendime yakıştıramıyorum :)
İçeride devil kostümüyle zıp zıp zıplayan Defne’nin yanına gidip diğer anne babalar gibi dans edemiyorum. Dışarıda oturup, bu zamanı fırsat bilip minnacık telefon ekranında düşüncelerimi yazmayı tercih ediyorum.
Hayatımı düşününce, pek kendi başıma kalıp “canımın istediğini yaptığım” zamanlar olmuyor.
Sabah kalkınca kahvaltı–okul.
Akşam gelince yemek–ödevler.
Çocuklar uyuyunca ders planı, materyal hazırlığı.
Hafta sonları mesleki eğitim, ilk yardım kursu, Ebru kursu…
Defne’nin hastalığı döneminde hep şöyle düşündüm:
Allah bana bir mesaj veriyor.
Hayata bakış açım bir gecede değişmişti.
Şimdi topaç gibi dönen hayat eski hızına kavuşuyor; yeniden ivme kazanıyor.
Ama bazen gerçekten anlamıyorum:
İnsanlar nasıl hem tüm işlerini yapıp hem de eğlenceye zaman ayırıyorlar?
Bilen birisi varsa bana haber versin.
Neyse, gideyim Defne’nin birkaç fotoğrafını çekeyim eğlenirken.
İleride “hiç eğlenmedim” demesin :)
Leave a comment
0 Comments