Date : August 18th, 2012
Mandurah haritasına bakanlar şehrin içinden geçen Mandurah Road'u görürler. Bu yolun sağında ve solunda mahalleler var. Her mahallenin sapağında çok güzel dekoratif bir şekilde hazırlanmış o mahallenin adını ve simgesini gösteren anıtımsı büyük bir yapı var. Merakımızdan her mahalleye giriyor, özellikle kayboluyoruz. Yine yol kenarında Centro Mandurah adlı büyük bir alışveriş merkezi var. Bizim Akmerkez gibi, 120 tane dükkan var. İki tane de koca market, Migros ve Tansaş gibi. Bizde genelde sadece birisi olur ama burada iki market de var, bazı şeyler birinde ucuz bazı şeyler diğerinde ucuzmuş. Çarşamba günü Centro'ya gidip Vodafone modem aldık, cep telefonlarına hat aldık. Avustralya numaramı soran arkadaşlara göndereceğim:) Özgür bize bir market turu attırdı, nelere dikkat edeceğimizi filan açıkladı, bazı ipuçları verdi. Marketler devasa, herşeyin onlarca çeşidi var. Ne ararsan buluyorsun. Dilersen self-service kasada aldıklarını kendin okutup, ödemeni makinaya kendin yapabiliyorsun. Marketten Palamut aldık, kerevizlerin diplerini attıklarını yarım metre uzunluğundaki yeşil yerlerini sattıklarını gördük. Eşyalarımız daha İstanbul'dan çıkmadığı için kendime ve İpek'e bir kapalı ayakkabı aldım. Sıkılgan Defne'me de birkaç geniş tayt ve çorap aldık, o ayakkabı beğenmedi. Alışveriş merkezi akşam saat 17:30'da kapanıyor. Herkes bir bir ortadan kayboluyor. Oradan çıkıp okyanusun şehrin içine doğru girdiği kanal üzerinden Mandurah Estuary'e gittik, fish and chips aldık. Burada fish and chips'in hilesi köpekbalığıymış, yani iyi yerden almazsanız size onu yutturma şansları var. Fikir vermesi açısından söylüyorum,Family pack denen her biri 5 parça olmak üzere büyük balık, uzun yengeç bacağı, balık köftesi, sosis, bolca patates kızartması ve bir paket kalamar, soslarla birlikte 55 dolar tuttu.Akşam yemeğimizi alıp eve geldik ve keyifli bir sohbetin ardından sevgili Özgür ve Banu arabalarından birini bize bırakıp Perth'e kendi evlerine döndüler. Onları bırakmayı hiç istemedik ama artık kendi ayaklarımızın üzerinde durma vakti gelmişti. Ertesi gün Özgür'den aldığımız mesaj çok komikti. "Korkmayın,çıkın, gezin, kütüphaneyi bulun,sokaklarda kaybolun,araba bakın ama almayın!" Biz de aynen onun tavsiyelerine uyup dediklerini yaptık. Bir gün önce o alışveriş merkezinde gördüğümüz Medibank denen sağlık sigortası acentasına gittik. Herkes o kadar ilgili ve güler yüzlü ki, bir bayan bize her şeyi açıkladı ve 4 kişilik ailemizi sigortalattık. Burada işyerleri çok nadir olarak sağlık sigortası yaparmış, o yüzden iş bulmayı beklemeye gerek yok diye düşündük. Arkasından İpek'i göndermeyi düşündüğümüz ve arkadaşımızın çalıştığı bir özel okula gittik. Formları aldık. 4 Şubatta Defne 'Kindy' e İpek de 1. Grade'e başlayacakmış. Eğer iki kardeş olarak isim yazdırırsam, bekleme listesinde adları daha yukarıya çıkacakmış. Ardından Mandurah Primary School'a gittik. Oradaysa İpek'in sınıfı (pre-primary) için yer yokmuş ancak Şubat'tan itibaren yürürlüğe girecek yeni bir yasaya göre evin o okulun "catchment area" sınırları içindeyse o okul mecburen çocuğunu almak zorundaymış. Yer yok, kontenjan doldu vs. şeklinde hiç bir mazeret geçerli olmayacakmış. Bu yüzden kızları göndermeyi planladığımız okulu iyi şeçmeli ona yakın bir yerde ev tutmalıyız. Özgür'ün tavsiyesine uyup biraz deli danalar gibi dolaştıktan sonra yorgunluktan tükenmiş bir halde eve geldik, uyuduk. Bu arada trafik burada hiç sorun değil, insanlar hep kurallara uyuyor, kimse kimseyi taciz etmiyor ve "hadi yürü" anlamında kimse kimseye korna çalmıyor, ne ışıkta ne de başka bir yerde. En sıkışık trafik 30-40 saniye sonra açılıyor. Belki de "peak hour" larda dolaşmadığımız içindir bu, bilemiyorum.
Cuma sabahı uyandık, kahvaltımızı yaptık ve ne yapalım diye düşünürken Özgür aradı, "Hadi bize gelin" dedi. Hoop, atlayıp arabaya Perth'e gittik. Navigasyon cihazı ile bütün yolları kolayca buluyorsun. Geçtiğimiz yerlerde yolda "Kanguru Çıkabilir" işaretleri gördük, çok güzel şaraphanelerin ve çiftliklerin yanından geçtik. Yol çok keyifliydi. Özgür'lerin evine gelince büyülendik, kendimizi bahçeye attık. Evin önünde siyah kuğular, ördekler, pelikanlar yüzüyor. Harika bir çocuk parkı, yemyeşil çimenler. Sanki rüyadaydık. Sevgili Banu ve Fatoş bize yemek hazırlarken, Özgür de bizi Türk marketine götürdü. Gel de bu adama "Hızır" deme işte!
Yok yok, koridorlar dolusu Türk işi yiyecek, içecek, daha peynir, pastırma ve sucuklar, baklavalar reyonuna gitmemiştik. Bunu en çok teyzem için yazıyorum. Canım teyzem bak, sorun yok, her şey burada da var. İçiniz rahat etsin. Alışverişimizi yapıp eve gittik, iftar davetinin leziz yemeklerini yedik. Banu'ya bulaşıkta yardım ederken İstanbul'da en son ne zaman bir iftar davetine gittiğimizi düşündüm. Üşengeçlikten ve trafikten arkadaşlarımızın davetlerine malesef katılamadığımız geldi aklıma. Yemekten sonra bir Türk arkadaşın da katıldığı bir araba yarışı varmış Northbridge'de. Özgür ve Kemal ona gittiler. Biz bayanlar biraz da kızlar yüzünden evde kaldık. Yarışın "GÜZEL" resimlerini Kemal Facebook'ta paylaşmış, merak eden bakabilir:) Kemal gelince bu güzel yemeğin ardından eve döndük. Çocuklar arabaya biner binmez "küt!".
Hep bir gün geriden yazıyorum, çünkü yetiştiremiyorum. Akşam eve çok yorgun geliyoruz ve yazacak o kadar çok şey var ki. Bugün yaptıklarımızın başlıklarını yazayım da unutmayayım:
*Asian restoran
*San Remo
*Info Centre
*Arkadaş ziyareti
*Garage Sale
Yarın yapacağımız:Türklerle bayramlaşma buluşması:)
Hepinize sevgiler...
Leave a comment
0 Comments