2016
Avustralya güzel mi?
Bu soruyu bana sık sık soruyorlar. Cevabı tek bir kelimeyle vermek mümkün değil; çünkü Avustralya, özellikle de Perth, insanın içinde aynı anda hem huzuru hem de derin bir özlemi büyüten bir yer.
2012 Ağustosunda geldiğimize göre, şu anda Perth’teki dördüncü sonbaharımı yaşıyorum. Devasa ağaçların bir anda yaprak döküşünü izlemek, renklerin ve ışığın filmlerdeki gibi değiştiğini görmek hâlâ beni büyülüyor. Son günlerde hava kapalı; güneşli olduğuna alıştığımız bu şehir biraz yabancı geliyor bu yüzden. Yine de sakinliğin insanın içini sardığı garip bir güzelliği var.
Okul tatili başladı. Ev işleri, çocukların arkadaşlarıyla planladıkları oyun günleri, birikmiş işler… Günler fırıl fırıl dönüyor. Ama dünyanın bir ucunda bu koşuşturmanın içinde bile, memleketten gelen haberler bir gölge gibi düşüyor üzerimize. Türkiye’de işler çok karışık; yabancı kaynaklardan izlediğimiz haberlere bakılırsa ülke giderek güvensizliğe sürükleniyor. Bu uzaklık bazen koruyor, bazen daha da yaralıyor.
Buraya gelmek isteyen pek çok arkadaşım danışıyor bana. Bir süre sonra fark ediyorum ki, herkes aynı soruları soruyor, aynı tereddütleri yaşıyor.
En çok neyi özlüyorum?
Kuaförü, temizlikçiyi, ailemi, çay eşliğinde yapılan sohbetleri… Kendimi şımartacak şeylere kolayca erişebilmeyi. Egomu okşayan küçük şehir zevklerini. Simidi, baklavayı, kuyruk yağıyla yapılmış kebabı, içli köfteyi, örgü peynirini, Ezine peynirini.
Hepsini birden özlüyorum aslında: o memleket hissini.
Peki en çok neyi seviyorum?
Burada insanların nazik, güler yüzlü, iyi niyetli ve yardımsever olmasını. “Merhaba” dediğinizde gerçekten duyan birinin olmasını. Toplumun kurduğu güven duygusunu.
İş hayatı nasıl?
Yine çok çalışıyorsun, yine en iyisini yapmak için çabalıyorsun – ama bir fark var:
Burada “fazla mesai” kültürü yok. Kimse senden kendini tüketmeni beklemiyor.
“Eve zamanında git, akıl sağlığını koru” propagandası gerçek. Müdürümün bana “Kendini tüketme” dediğini dün gibi hatırlıyorum.
Bu cümleyi İstanbul’da bir yöneticiden duymak mümkün müydü? Sanmıyorum.
Günlük hayat nasıl?
Neden bu ülkede TV programlarında ve kitaplarda hep DIY (kendin yap) teması var, artık çok iyi anlıyorum.
Çünkü burada insan, ilgi duyduğu bir alansa arabasını kendi tamir ediyor; bahçesine gölgelik inşa ediyor; bostan ekiyor; evini boyuyor.
Biri gelsin yapsın dersen çok pahalı. O yüzden herkes kendi emeğine dönüyor.
Garip bir şekilde bu da insana iyi geliyor.
Geri dönüşüm ve toplumsal dayanışma
Hiçbir şey boşa gitmiyor. Yardım dükkânları bağışlanan eşyaları satarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyor. Gönüllülük kültürü çok güçlü.
Yolsuzluk? Şahsen hiç denk gelmedim.
Devlet mekanizması neredeyse tamamen “güven” üzerine kurulu.
Güvenlik meselesi
Pedofili haberleri sık sık gündeme geliyor; polis internetten uygunsuz içerik indirenleri bile en ince ayrıntısına kadar takip ediyor. 1973’te yaşanmış bir taciz olayı bile bugün hâlâ gündemde; toplumun farkındalığı çok yüksek.
En güzeli de, olay olduktan sonra değil olmadan önce önlem almaları.
Ama tüm bunlara rağmen…
Avustralya bazen tuzsuz pilav gibi.
Her şey o kadar düzenli, o kadar sorunsuz, o kadar pürüzsüz ki…
İnsan zaman zaman sıkılıyor, bir parça adrenalin arıyor.
Belki de kaosun yarattığı canlılık duygusu bizde çok derinlere işlenmiş.
Burada hayat hep düz, hep sakin, hep huzurlu.
Bu güzel, ama insan bir süre sonra kendi içindeki kıpırtıyı özlüyor.
Son söz?
Avustralya güzel mi?
Evet, güzel.
Ama insanın içindeki Türkiye yarası da hep açık duruyor.
Bu ülke insana huzuru, güveni ve yeşilin bin bir tonunu veriyor…
Ama memleket, insanın kalbindeki yangını, kokusunu, sesini, gölgesini bırakmıyor.
Leave a comment
0 Comments