Kasim 2015, Bati Avustralya
Bugun yine eğitimim vardi. Adresi girince kendimi 2.500 öğrencisi olan bir devlet lisesinin, Shenton College’ın kalabalığı içinde buldum.
7. sınıftan 12. sınıfa kadar ergenliğin her tür sınavını veren gençlerle dolu bir okul…
Bahçede karşıma çıkan iki heykel beni uzun süre düşündürdü:
Sırtlarından melek kanatları çıkmaya başlayan çıplak bir kız ve bir erkek figürü.
8. sınıfta vefat eden bir öğrencinin anısına yapılmış.
Body image üzerine o kadar güçlü bir mesaj veriyor ki…
İnsan ister istemez durup düşünüyor.
(Tayyip olsa okulu komple yıktırırdı herhalde! 😅)
Bu sırada Kemal Melbourne’e gitti; calistigi şirket onu beş günlük bir eğitim için gönderdi.
Defne dün gece, tam uyumadan önce gözyaşlarına boğuldu:
“Ben babamın gitmesini istemiyorum…”
Tam o anda dışarıda bir fırtına koptu.
Gökyüzü şimşeklerle parlıyor; tam film sahnesi gibi.
Kızları zor uyuttum.
Ben de yarın Fremantle Arts Centre’da Ebru kursundayım.
Kızları bir arkadaşıma bırakıp bütün gün kursta olacağım.
Okulun 6. haftasındayız; yıl sonu da hızla yaklaşıyor.
İş yüküm çok arttı ve bazen yalnızca nefes almayı özlüyorum.
Ama çocuklarımın gelişimini görmek bütün yorgunluğu siliyor:
İpek kemanda çok ilerledi. Her gün yarım saat pratik yapıyor.
Defne haftada bir piyano dersine gidiyor; notaları öğrendi bile. Seneye ders süresini uzatacağız.
Evde akşamlar adeta küçük bir müzik okulu gibi geçiyor.
Kemal, omuriliğindeki bir rahatsızlık nedeniyle hydrotherapy’e başladı.
Hayatımıza sporu daha çok dahil etmeye çalışıyoruz.
Öte yandan kızlar drama kursunu hiç sevmedi; gitmek istemiyorlar.
Ve ben…
Her gün bir anda “Acaba bugün bir şeyi unuttum mu?” paniği geliyor.
Full-time çalışmak, anne olmak, öğretmen olmak, ev idaresi…
Hepsi bir arada bazen yoruyor.
Akşam 21:00–22:30 arasında oturabiliyorum.
O arada da:
e-maillere cevap yazıyorum,
Kemal’le konuşuyorum,
bir dizi açıyorum,
internette araştırma yapıyorum,
ve bir yandan da “Yine çocuklarla pek bir şey yapmadım” diye hayıflanıyorum.
Dün akşam kızların çok sevdiği bir restoranda yemek yedik.
Sonra arabayı nehir kenarına park edip kısa bir yürüyüş yaptık.
Hava karanlıktı; önce tedirgin oldular ama sonra ebelemece oynamaya başladık.
Nehre yansıyan ışıklar, yaz gecesinin serinliği…
Sadece 10–15 dakikaydı ama mis gibi geçti.
“Keşke daha sık yapabilsek,” dedim içimden.
İnsan bazen hayatın yükünü paylaşacak birilerini yanında istiyor.
Bizimkilere buraya gelmekten bahsedince hep bir bahane, hep bir engel…
Artık ısrar etmeyi bıraktım.
Tüm planları okul kapanışına erteledim.
13 Aralık Pazar günü Green Card’ımızı aktive etmek için Hawaii’ye gidiyoruz. Döndükten sonra aile geleneğimizi sürdüreceğiz:
Sabahın en erken saatinde Cottesloe Beach’e gidip plajda kahvaltı yapmak ve 9:30’a kadar yüzmek.
Orhan Kemal’in Murtaza’sını bitireceğim.
Arka bahçedeki sebze bahçesini toparlayacağım.
Dostları yemeğe çağıracağım.
Tatil bir gelsin… Gerisi kolay.
Leave a comment
0 Comments