2016
Annem geldi, çocuklarıma hiç disiplin vermediğimi söyledi. “Ne kızıyorsunuz, ne bağırıyorsunuz, ne cezalandırıyorsunuz! ‘Tamam canım yapma, şöyle yap’ diyorsunuz ama sonra çocuk yine bildiğini okuyor,” diyor. Eğitim bilimleri açısından bakarsak annem tam bir davranış bilimcisinin yolunda gidiyor: Pavlov’un köpeği misali ödül ve ceza ile davranış şekillendirme.
Ben ise Montessori yolunda gidip çocuğun doğuştan getirdiği yetkinliklerine güvenmeyi, gelişimlerinde köstek değil destek olmayı savunuyorum. Kemal ise hem anneme hem bana karşı; neyin doğru olduğuna dair bir fikri yok: “Doğru yapmıyorsunuz ama ne yapılması gerektiğini de bilmiyorum,” diyor.
Sonuç?
Sanırım çocukları bok ettik gitti.
İpek okuldan gelir gelmez Roblox denen oyuna takılmış şekilde bilgisayarın başına çöküyor. Defne de YouTube’da oyuncak konuşturma videoları izliyor. İpek her gün söz veriyor: “Anne söz, 1000 puan Mathletics yapıp sonra Roblox oynayacağım,” diye ama 200 puandan sonra tıpış tıpış oyuna dönüyor. Keman çalışması desen her gece gözyaşları, cızırtılar, kıyamet… Zaten çıkan sese tahammül zor; bir de üstüne bin defa hatırlatmak, uyarılar, en sonunda zorlamak…
Artık canıma tak etti. Biraz annemin “gözümü açmasıyla”, biraz da havada yüzer gibi kontrolsüz bıraktığımız için İpek’in sürekli beni hayal kırıklığına uğratmasından iyice bunaldım.
Bu akşam okul diskosu varmış.
Okuldan geldim; annem bahçede çiçek suluyor.
Defne okul kıyafetiyle ortada.
İpek’in odası savaş alanı gibi, kıyafetler yerde; kendisi Roblox’un başında.
Sonra yalvar yakar:
“Anne ne olur, Cadılar Bayramı temalı okul diskosuna gidelim, ne olur ne olur!”
Sakin bir şekilde “Hayır,” dedim.
Artık davranışlarını çok daha yakından takip edip neyi hak edip etmediklerine göre hareket edeceğimi söyledim. Diskoya gitmelerini hak edecek hiçbir olumlu davranış göstermediklerini anlattım. “Ne kadar verirsen o kadar alırsın. Ama sen hep almak istiyorsun,” dedim.
Yani kısacası, çocukları “ne kadar ekmek, o kadar köfte” yaklaşımıyla büyütmeye karar verdim. Bakalım sonumuz ne olacak…
Gelelim anneme.
Kadın tam bir ozgur ruh!
Bütün arkadaşlarım annem burada diye buluşmalar ayarlıyor; o hiçbirine gelmek istemiyor. Kafasını dinlemeyi, kimseye bağlı olmadan gezmeyi seviyor.
Burada 29 Ekim sebebiyle büyük bir Türk toplumu pikniği oluyor, ona diyorum:
“Anne, gel birlikte gidelim.”
Cevap:
“Hayır kızım, siz gidin. Ben gidince Urfa’da yeterince Türk göreceğim zaten.”
Dün Papa Rich’te Laksa çorbası içirdim; benim Urfalı annem acıya dayanıklılık dersinden sınıfta kaldı. O kadar acıydı ki gözlerinden yaş aktı.
Okul desen ayrı stres! Üstüne bu dönem karneler yazılacak… Eh, bir de çocukların şımarık davranışları eklenince tam “Heyyyyt yeter!” diye bağırmalık. Ama bir de virüs bulandı bize; bir aydır bütün aile öksürmekten kırılıyoruz.
Neyse, Kemalcim Türk kahvesi yapmış; bahçede içeceğiz şimdi. Kaçıyorum.
Çılgın annemi, şımarık kızlarımı, muhalif kocamı ve işleri hiç bitmeyen okulumu…
Yine de çok seviyorum!
Leave a comment
0 Comments