2016
Annem gelecek diye sevinçten içim içime sığmıyor. Nerede güzel çiçek açmış bir ağaç görsem hemen hesaplıyorum: “ acaba annem gelmeden çiçeklerini döker mi?” diye. Geçtiğimiz haftalar her zamanki gibi çok yoğun geçti. Bir ara midemdeki kramplarla, bir yudum su bile içememekten kaynaklanan yorgunlukla ve kafamı meşgul eden okul meselelerinin yarattığı uykusuzlukla geçip gitti günler.
Buraya pek yazamıyorum ama iş yerinde hiç adil olmayan, insanın kanına dokunan şeyler oluyor. Hepsini içime atıp işimi elimden geldiğince en iyi şekilde yapmaya çalışıyorum. Herkes benden çok memnun ama ben yaşananlardan, gördüğüm haksızlıklardan, içi boş, ağzı laf salatasıyla dolu insanlardan bıktım. Kimse benim kadar canını dişine takarak çalışmıyor; herkes fırsatını bulunca arazi oluyor. “Bir ben miyim buraların delisi?” diye soruyorum bazen kendime. Sonra hatırlıyorum: aslında kimse bana gece yarılarına kadar evden okul bilgisayarına bağlanıp çalışma mı istemiyor. Aynı şekilde, millet sınıfta öğrenciler etraftayken günde beş bardak çay içecek zaman bulabiliyorken ben neden bir yudum su bile içemiyorum? Çünkü her zaman her yerde olmaya, her an her öğrenciye yetişmeye çalışıyorum. Madalya mı verecekler? Hayır.
Ne kadar böyle devam eder bilmiyorum ama bu hafta çok yorulduğumu hissettiğim anlarda kendi “pause” tuşuma basıp kendimi biraz dinlendirdim. Eve geldiğimde azıcık enerjim kalsın diye daha çok farkındalık çalışmaları yapmaya başladım. Derin bir nefes alıp kendimi o anda, o yerde, o konuşmanın içinde görmeye çalışıyorum; yüz kaslarımı yavaşlatıp çocuğun gözüne bakıyorum. Çok saçma ve uzun bir şey söylese bile sabırla dinlerken o anı bilinçle yaşamaya gayret ediyorum.
Facebook’ta paylaştım: Suriyeli arkadaşımın bana öğrettiği tarife göre peynir yaptım. Urfa peyniri gibi oldu. Çok gurur verici bir histi.
Bana gelen birkaç soruya da cevap vereyim unutmadan. Çoklu gıda alerjisi meselesi Avustralya’da gerçekten çok ciddiye alınıyor. Okullardaki tüm çalışanlar bu konuda eğitim alıyor ve ilk yardım çantalarında adrenalin ignesi gibi gerekli ekipmanlar mutlaka bulunuyor. Her öğrenci için ayrı bir health care plan hazırlanıyor ve acil durumda ne yapılacağı adım adım açıklanıyor. İçiniz rahat olsun; burada alerjiler son derece yaygın ve çok dikkat edilen bir durum.
Betül Hanım göçmenlik konusunda oldukça güvenilir bir isim. Dört yıl önce bize yardımcı olduğunda birkaç bin TL ödemiştik ama net rakamı gerçekten hatırlamıyorum. Burada ortalama yaşam gideri dört kişilik bir aile için (en az) yaklaşık 40 bin dolar olduğu için gelmeden önce bir miktar para biriktirmekte fayda var. Göçmenlik başvuruları için Ebru Hanım dışında Avustralya hükümetine de çeşitli ödemeler yapılıyor; yani süreç biraz masraflı olabiliyor.
Buraya gelmeyi düşünen herkes için en önemli konu İngilizceyi geliştirmek. Bunun için IELTS hazırlık kaynaklarına bakın. İngilizceyi kitap okuyarak geliştirmek isteyenlere önerim bestseller listelerine göz atmak olur; genelde dili kolay ve akıcı oluyor. Ben kütüphaneden Mevlana, Ömer Hayyam veya Hafız’ın şiir kitaplarını alıyorum. Bir de “Joyful Strains” diye Avustralya’ya gelen göçmenlerin hikayelerini anlatan bir kitap vardı; onu çok beğenmiştim. En son da “Hello From Gillespies” kitabını e-library aracılığıyla dinledim. O da güzeldi ama bu tamamen kişisel bir mesele tabii.
Bugün Pazar. Dört kişilik bir aile ebru kursu almak için eve geldi. Allah’tan misafir odasındaki mobilyaları değiştirmek için satmıştık da oda boştu. Masayı ve ekipmanları oraya kurdum çünkü dışarıda çok fena yağmur yağıyordu. Üç saatlik kısa bir ebru kursu verdim ama sanırım yorgunluktan ve önemli bir iş yapacak olmanın verdiği gerginlikten dolayı bütün gün kendime gelemedim. Hafta sonunu yaşamış gibi değilim yani. Böyle durumlarda akşam 8 buçukta yatıp sabah 6’da gün doğarken uyanıyorum; iyi geliyor.
Kaç zamandır söyleyeceğim fırsat bulamıyorum: Mevsimlerin değişmesi bu şehirde o kadar güzel gözlemleniyor ki insan zamanın akışını hissedebiliyor. Yollardaki ağaçlar ve bitkiler mevsime göre belirgin şekilde değişiyor. Her gün geçtiğim yoldaki bir çınarın yapraklarının sararıp dökülmesini, birkaç ay sonra yavaş yavaş yeniden yeşermesini izleyebiliyorum. İstanbul’da Başak Konutları’nda oturuyorduk; orası da yeşildi ama hep aynı çam ağaçları vardı. Doğadaki bu döngüyü görmek için mutlaka Şile gibi bir yere gitmek gerekiyordu. Burada şu anda “coral tree” dedikleri kıpkırmızı çiçekli ağaçların açma zamanı.
Bu siteyi okuyan güzel insanlar, dilerim istediğiniz gibi başka bir ülkede başka bir yaşamı çok fazla zorluk çekmeden veya çok şey kaybetmek zorunda kalmadan kısa zamanda kurabilirsiniz. Ama eğer olmazsa da, imkânınız yoksa, yollar kapalıysa aldığınız nefesin ve yaşadığınız günün kıymetini bilin. Orada üzülerek, sıkılarak günlerinizi cehenneme çevirmeyin. Taşların arasında yetişen küçücük bir yeşilliğe bakın; hayatın içinde gizli sürprizleri fark edin. Her zaman söylediğim gibi: buraya gelince bütün sıkıntılar sona ermiyor, sadece biçim değiştiriyor. Zaman zaman düşünüyorum; acaba insan her yerde aynı derecede mutlu, mutsuz, dertli veya dertsiz mi?
NTV Radyo’nun “Masal Bu Ya” programı benim ilacım. Konuklar, konular, masallar… Her seferinde hayata başka bir pencereden bakmamı ve yaşamın değerini fark etmemi sağlıyor. Böyle bilinçle yaşanan anlar dışında geri kalan bütün zaman iş, güç, yemek, temizlik, işe gitme, işten dönme, çocuklara yapılacakları hatırlatma ile geçip gidiyor. Umarım hepimiz hayatımıza daha çok renk katmanın yollarını buluruz veya siyah-beyaz hayatlarımızla mutlu olmayı başarırız.
Leave a comment
0 Comments