Date: Oct, 14th, 2012
Herkese selamlar! Bugün 2. ayımız da doldu. Artık tam bir Mandurah'lı olduk. Bugün, pazar günleri şehrin en işlek sahil şeridinde kurulan parkta Mandjar Market'te Ebru standı açtım. Günlerdir kimi ebruları ütülüyor, kimisini kesip biçiyor, kimini ise çerçeveliyordum. Kemal de bir yandan ebruları kurutmam icin ahşap çerçeveli ağlar hazırladı. Derken stand günü geldi çattı.Ancak Mandurah'ın en deli rüzgarı bugün esti. İşte olanlar:
Sabah 7'de sahilde toplanılıyor, komiteye 35 dolar ödeme yapılıyor ve herkes gösterilen yerde 9 m2 alanına kuruluyor. Bu pazara yıllardır gelen insanlar gayet profesyonel bir sekilde gölgeliklerinin tepesindeki brandayı kuruyor, yine gölgeliklerinin ayaklarını sabitliyor. Fermuarlı perdeleri takıp mallarını sergiliyorlar. Ama bugün öyle bir rüzgar vardı ki çadırlar durmadan yerinden cıkıyor, sokaktan geçen insanlar çadırların kurulmasına yardım ediyor, her şey havada uçuşuyordu. Bizim gölgelik güneşli günlerde, hafif esen meltem eşliğinde piknik yapmak icin oldukça nazik bir şekilde yapılmış. Kemal'cigim gazebo'muzun bir ayagını sabitlemeye çalışırken diğer ayak cıkıyor, İpek koşup onu tutuyor, rüzgar neredeyse hepimizi tuttugumuz uçlardan havaya kaldırıyordu. Yamuk yumuk bir şekilde yerimizi kurduk. Sıra geldi malzemeleri çıkartmaya. Hikmet Barutçugil'in ağır kuşe kağıda basılı kitabının sayfaları fırfır gibi bir o tarafa bir bu tarafa dönüyor. Bıraksam kitap yırtılacak. Bizim planımız gazebo'nun bacakları arasına ip gerip ebruları o ipe askılarla tutturmaktı. Kullar plan yapar Allah yukarıdan bakıp gülermiş, aynen öyle oldu. Değil ebruları sergilemek, bir kağıt çıkartmak imkansız, her şey uçuyor. Bir de rüzgarın nereden geldiğini anlasak, rahat edeceğiz. Bir o taraftan bir bu taraftan esen rüzgar adamı sersem ediyor. Herşeyi bırakıp gidebilirdik ancak o zaman da devamsızlık limitimiz dolabilir ve güzel günlerde kabul edilemeyebilirdik. Aslında biraz da merak ettik çaba nasıl olacak diye. Neyse bütün ebruları kat kat malzemenin altına koyup sıkı sıkı sardık, üzerini örttük uçmasın diye. Ortada kaldı bir ben bir masa, bir sandalye! Millet gelip bakıyor bu ne satıyor diye. Sonradan ebru boyalarını çıkarayım bari bir kaç ebru yapayım dedim. Daha öd - su ayarlarken millet başıma toplandı. Heyecandan sabırsız davranıp boyaları ayar yapmadan attım kitreye. Tabi çoğu dibe çöktü, kitre kırmızıya döndü. Kağıt koyup boyayı çekeceğim kağıt bir durmuyor ki yerleştireyim. Şimdi düşünüyorum da çok komik olmuş ya. Neyse insanlar hmm güzelmiş filan deyip gidiyorlar. Kemal telefonuma takmak icin speaker ayarlamıstı, o çalışmadı. Rüzgar çok, çocuklar aç filan derken Kemal çocukları alıp eve gitti ben daha ne yapayım diye düşünürken çadırın ayağı çıktı rüzgardan. Baktım karşıdan bir teyze geliyor, hani su yürümeye yardımcı olan araçlar vardır ya önlerinde, ona tutunuyor. Bembeyaz saçlı tonton bir teyze, Vesile ninemden 10-15 yas daha büyük. Geldi önümde durdu. "Yardıma ihtiyacın var gibi görünüyor" dedi. Yan çadırdan çekiç aldı. Gel bak, şu ayağı şöyle çakacaksın, diye bana göstermeye başladı. Bastonlu arabayı bıraktı eline çekici alıp eğildi. İçimden dedim yazık, şimdi böyle kafası yerde uzun süre kalamaz. Teyze aldı çekici, eğimi, kazıkları nasıl takacagımı, ne yöne çevirip kilitleyeceğimi vs. hepsini gösterdi. Yere süper sabitleme yaptık. O sırada rüzgar esiyor, teyzenin eteği başına geçiyor kadıncagız umursamıyor, hala anlatıyor. Sonra hadi bakalım kolay gelsin deyip gözden kayboldu. Resmen Hızır Anne gibiydi yani. Ardından Demir Bükey ve eşi geldi. Çok şeker insanlar! Eşi sanat ile cok ilgili ve bir sanat merkezinde çalisiyormuş. Sen Ebru öğretmeni misin? Bizim atölye çalışması yaptıracak hocalara ihtiyacımız oluyor dedi. Ayrıntıları onlara yemeğe gittigimizde konuşacağız ancak onlarla tanıstığıma, onları gördüğüme çok sevindim. Sonra biri geldi ben Ebru yapıp gösterdim ona. "A güzelmiş, it is disgustingly easy!" dedi. Ya sabır deyip işime baktım. Sonra sokakta sihirbazlık gibi bir show yapan bir adam geldi, konustuk. Hangi ülkedensin filan deyince Türkiye dedim. "Haa ben İstanbul'da mısır çarşısının önünde show yaptım. Türkiye cok guzel. Bir sürü kapkaççı, hırsız, düzenbaz, sahtekar, dolandırıcı dolu!" diye aklınca espri yaptı. Ya sabır deyip onu da defettim. Sonra Nuray'lar geldi. Sağolsun o bana cok yardımcı oldu. İnsanlar gelip bakıyor çocukları isterse ebru teknesinde ebru yapıyorlar, çıkan kağıdı da kurutup onlara veriyordum. Bu iş için 15 dolar aldık. Ancak malesef standımızın duvarları olmadığı için ve çok rüzgar olduğu icin kendi yaptıgım ebruları kimselere gösteremedim. Sabahki bu iki vaka dışında insanlar hep iltifat ettiler: Harika bir sanat, nasıl yapıyorsunuz, kurs veriyor musunuz, büyüleyici, woaw filan diye hayretle izlediler. En güzel an ebrulu kağıdı tekneden sıyırıp onlara çevirince yükselen takdir sesleriydi. (Ya anlatamadım bir türlü. Yani nefes sesi vardır ya "hiiiiiiii" diye, işte ondan) Neyse bir de en guzel sey, kocamın bana öğlen için hazırlayıp getirdiği hayatımda yediğim en lezzetli hamburgerdi:) Ha bu arada birisi gelip beni her ayın ilk Cumartesisi kapalı bir mekanda yapılan başka bir pazara davet etti. Önümde çok insan varmış diye kartını komşuya vermiş, o getirdi. Sonra Perth'ten Kemal'in eski iş arkadası Sinan'lar geldiler. Bizim ve onların çocukları parkta doya doya oynadılar. İpek akşam, "anne biliyor musun o arkadaş da Türkçe biliyordu" diyordu. Öte yandan teknede durum vahimdi. Yerde ne kadar toz varsa uçup boyaların içine ve kitreye doluyor, yaptığımız ebrular (bence) bir şeye benzemiyordu. Saat 2 gibi artık ben kaderime boyun eğdim, berbat açılmayan boyalarla öyle uğraşıp zaman öldürmeye başladım. Sonra Özgür'ler geldi Perth'ten. Fatoş ve Can da onlarla gelmiş. Biraz muhabbet ettik. Ne zaman bir arkadaş gelse standımıza bir müşteri çekti. Uğurlu hepsi, Allah razı olsun. Günün sonunda canım kocam ev-pazar arası mekik dokumaktan ve kızlarla uğraşmaktan yorulmuş ben de yediğim rüzgarın etkisiyle sersemlemiş bir halde eve geldik. Sonuçta ne oldu? Stand açmak icin 35 dolar verdim 45 dolar kazandım. Değdi mi? Tabi ki değdi. Öğrendiğim şeyler kazandıgım tecrübe paha biçilemez. Babamın dediği gibi "kaybetmekten korkan zafer kazanamaz!". Kısacası berbat bir tecrübeydi ama haftaya yine oradayım. En azından bloga yazacak malzeme cıktı. Çiçekli ebrular yapamıyorum, boyalarımın ayarı tutmuyor. Bu işi bilen varsa Allah rızası icin yazsın iki satır. Bir öğrensem her şey çok güzel olacak:) Ustaların bıyık altından güldüğünü hisseder gibi oluyorum:) No worries! Bir sürü broşür hazırlamıştım, iletişim bilgilerim filan vardı üzerinde, gelenlere verdim, şimdi artık akıllarının bir köşesinde Turkish Marbling kalacak. Ufak ufak adımlarla başlanıyor bu işlere bakalım ne kapılar ne fırsatlar nasıl bağlantılar çıkacak karşımıza. Bu umutlu bekleyişi seviyorum. (Umut deyince Kemal geliyor aklıma.) Sonra bir de kocamı ve iki kızımı ve bana bugün destek olan arkadaşlarımı çok seviyorum.
Şu anda evde bir tek ben uyanığım. Mercan Dede dinleyerek (Sinem sağolsun) yazımı yazıyorum. İkinci ayımızı tamamladıgımız bu günde karmaşık duygular içindeyim. Sahip olduğum güzel şeyler için şükrediyor, her şeyin biraz daha rayına oturması için gönülden Allah'a dua ediyorum, ona güveniyorum. Biraz da Mercan Dede'nin etkisi ile sevinçten mi kederden mi bilmiyorum gözlerim yaşarıyor.
Hepinize iyi geceler...
Leave a comment
0 Comments