Bütün Avustralya tatilde! Biz de arkadaşlarımızı cagiriyoruz, onlara gidiyoruz. Zamanın geçmesini, bir şeylerin olmasını bekliyoruz. 5 aydır durum böyle. Türkiye'deyken master programlarına başvururken de aynı şeyler olmuştu. Cevaplar ağır ağır geliyor, benim sabırsız yüreğim resmen çatlıyordu. Dün Kemal ile konuşurken fark ettik. İkimiz de huzursuzuz. Çok büyük ihtimalle bir iki ay sonra işe gireceğiz, sabahtan evden çıkıp akşama geleceğiz. Çocuklarımızı günde sadece bir kaç saat göreceğiz ve bu günleri arayıp keşke tadını çıkarsaydık diyeceğiz. Ama olmuyor! İnsan bedelini ödemediği hiç bir şeyin tadını çıkaramıyor. Kafamızda iş bulma gailesi varken hiç bir şeyin keyfini alamıyoruz. İstanbul'daki arkadaşlarım, her sabah hafta sonuymuş gibi mükellef kahvaltı yapmak güzel de bir süre sonra alışıyor insan, o kadar da keyifli gelmiyor. Çocuklarımı az görüyorum, onlara hasret kaldım diyen dostlar, merak etmeyin bu hasretten dolayı onlarla oynuyor, onlara ilgi ve sevgi gösteriyorsunuz. Bütün gün burnunuzun dibinde olunca çocukla yüz-göz olunuyor; o da sizi dinlemiyor size de onunla uğraşmak istemiyorsunuz. İşim gücüm olmasa dinlensem diyenler, dinlenemeyeceksiniz. Ya temizlik, yemek ile uğraşacak ya da internette (Facebook agirlıklı) zaman öldüreceksiniz. Kısacası her şey tadında güzel. Çalışmak güzel, iş sahibi olmak güzel. Ancak o zaman yaşanan tatillerin kıymeti biliniyor, değeri anlaşılıyor, hakkı veriliyor. Nankör müyüz neyiz bilmiyorum. Keşke yaşadığımız her anın kıymetini bilebilsek.
Dün böyle düşüne düşüne bunaldım. Kendimi dışarı atım. 1 saatlik bir yürüyüşe çıktım. Siteden dışarı çıkınca deniz kokusu sağ cebimde kuş sesleri sol cebimde vurdum kendimi yollara. İkindi güneşi sırtımı ısıtıyor, serin rüzgar yüzüme üflüyor... Normalde kepenkleri hep kapalı olan evler hep insanla dolmuş. Balkonlara teraslara havlular atılmış, sandalyeler üzerinde kurumayı bekliyor. Kimisi bahçesini suluyor, kimisi birasını almış ayağını uzatmış okyanusu izliyor, kimisi de arkadaşlarıyla toplanmış sohbet ediyor. Yol bir süre sonra asfalttan ayrılıyor ve solda evlerin sağda da okyanusun olduğu bir patikaya dönüşüyordu. Denizden dönenlerle selamlaşıp yürümeye devam ettim. Koşanlar, bisiklete binenler yanımdan geçiyor, ben kulağımda Mercan Dede'den ezgiler burnumda çiçek kokusu keyiften sarhoş yürüyordum. Vara vara vardım dev bir çocuk parkına. Geniş yeşillik alan, mangallar, duş ve tuvalet, araba parkı. Oradan vurdum denize. Oh, bu sefer de yumuşacık altın gibi kum ayaklarımı gıdıklıyor, serin köpüklü dalgalar arkamdan adımlarımı siliyordu. Köpekler top peşinde, gençler kanoda, bir çift beyaz yelkenleri ile açılmış, yaşlı amcalar olta atmış balık peşinde. Gün batıyor ve her taraf turuncu. Martılar uçuyor, kulağımda harika bir müzik.Tam bir filmin içinde hissettim kendimi. Bir kamera olsa beni çekse elli kere izlerdim yani. Bir insan dünyadan daha ne ister? Öyle bir güzellikti ki yaşadığım iliğime kemiğime işledi. O bir saati öyle dolu yaşadım ki bana daha bir sene tatil vermeseler yeter. Sonra düşündüm aslında insan kendi hapishanesini kendi yaratıyor. Sadece dışarı çık, kabuğunu kır, yeter. Yaşamdan zevk almaya bak. Bugün ömrünün geri kalanının ilk günü. Tadını çıkar:)
Leave a comment
0 Comments